Distopya'ya doğru sürüklenirken...

Category: ,

George Orwell'ın 1984 adlı kitabını çok sayıda insanın okuduğunu düşünüyorum. En azından filmini izlemiş olduğunuzu varsayıyorum. 1984, totaliter bir imparatorluğu ve abartılmış görünse de insanlığın bir dönem ulaşabileceği istenmeyecek "son"u anlatır. Detaylıca günümüz devletlerinin yapılanmalarını, planlarını, iletişim tonlarını, toplumların yaşadığı buhranları ve sorunları gözlemlediğimizde imkansız gibi görünmeyen bir "öngörü" oluverir 1984. Alegorik ve distopik türün başarılı bir örneği olarak 1984,1947-1948 yılları arasında yazılmış bir eser olarak "Big Brother (Büyük Birader)" ve "düşünce polisi" gibi günümüz dünyasını tanımlarken de kullandığımız önemli kavramları bize kazandırmıştır.

Toplum tasarımı kavramı ise, binlerce yıldır dinlerin, filozofların, bilim adamlarının, devlet yöneticilerinin ya da düşünce önderlerinin üzerinde çalıştığı bir konu. Distopya, bu tasarımlar içerisinde en kötümser senaryoyu, yani totaliter ve baskıcı bir dünya devleti fikrini öne süren olumsuz bir kavram. Bir diğer anlatımla, olumsuz ütopya.

Ütopya ise, ideal toplum tasarımı adına erişilmezi tasarlar. Yunanca "yok/olmayan" anlamına gelen ou, "mükemmel olan" anlamındaki eu ve "yer/toprak/ülke" anlamındaki topos sözcüklerinden türemiş bir kelime Ütopya (Utopia) (kaynak). Bu kavramla belirtilen anlamda ilk kez üniversite yıllarımda okuduğum Thomas More'un Utopia adlı eseri ile tanıştım. More, herkesin devlet için çalıştığı ve mülkiyet hakkı bulunmayan toplumun, mübadele ile yaşamını idame ettirdiği bir senaryoyu ön görür.  Bu kitabın içeriğinden daha çok, More'un devlet adamı, hukukçu ve humanist bir kişi olmasının yanında aynı zamanda idealist bir bilim adamı olarak yazdığı eseri deneysel bir saha da uygulama çabasının varlığı etkileyicidir.

Bu yazıyı yazmama sebep olan ise benzer bir çabayı More'dan çok yıllar sonra ortaya koyan Jacque Fresco adı. Fresco, 1916 doğumlu. 97 yaşında genç bir adam olarak, hala insanlığın daha sürdürülebilir bir yaşam kalitesine nasıl kavuşabileceği konusunda çalışmalara devam ediyor. Mucit, yazar, toplum mühendisi, endüstriyel tasarımcı gibi ünvanlardan daha çok Venüs Projesi'nin yaratıcısı olarak anılmayı kendisi de daha çok tercih ediyordur muhakkak.

Fresco, portre sanatçısı Roxxanne Meadows ile birlikte 1970 yılında, Florida'da 85.000 metrekarelik bir alanda, ön gördüğü toplum fikri için geliştirilen şehir tasarımlarını modelliyor ve sergiliyor. 1984 kitabının distopik senaryosu ve günümüz dünyasının şartlarının bu senaryoya kazandırdığı inandırıcılık tam beni korkutmaya başlamışken keşfettiğim bu bakış açısı umutlanmama sebep oluyor. Proje'nin amacı olarak web sitesinde aktarılan metnin içinden bir bölümü bu noktada paylaşmak isterim.

"Venüs projesinin planları, herkes için yeni bir barış ve sürdürülebilirlik çağına doğru yönlendirilmiş, bilimsel imkanlara dayanan daha geniş spektrumlu seçimleri topluma sunar. Kaynak-bazlı ekonominin uygulanışıyla ve birden çok yenilikçi ve çevre dostu teknolojilerin doğrudan sosyal sisteme uygulanışıyla, Venüs projesi tasarıları, suç oranlarını, yoksulluğu, açlığı, evsizliği ve günümüz dünyasında yaygın olan diğer bir çok baskın problemleri, dramatik bir şekilde düşürecektir."

Proje'yi (organizasyonu da denebilir) en iyi Fresco anlatabilir diye düşündüm ve aşağıdaki videoyu ekledim. Seyrettikten sonra daha uzun ve farklı versiyonlarını da araştırmanızı tavsiye ederim. (örneğin)



Venüs Projesi'nin web sitesini incelemek için tıklayınız.

Yorumlarınızı beklediğim bir soru

Category:

Bu gün ofisin terasında sohbet ederken aklımıza geliveren bir şey oldu. Aslında basit bir soru. Şöyle ki;

Büyük ya da küçük tüm reklam verenler, dünyanın her yerinde 1 yıl süre ile pazarlama iletişimi faaliyetlerini durdururlarsa ne olur? 

Elbette offline-online, yazılı-görsel v.b. tüm kullanımlarla birlikte eventler, mağaza içi uygulamalar v.b. işler de dahil. Yani "sıfır" harcama olması durumu tamamen.

National Geographic kanalında izleyeceğiniz bir belgesel olabilirdi bu konu. Daha önce "bir anda tüm insanlar yok olsa ne olurdu" gibi bir versiyon izlemiştik.

Reklam ve pazarlama faaliyetlerine bağlı çalışan medya ve reklam sektörünün hemen etkileneceği kesin bu durumdan. Ancak üzerine düşündükçe işin sadece sektörel bir çöküntüye sebep olmayacağını anlıyorsunuz. Durumun etkileri konusunda onlarca başlık sıralamaya başlıyor insan.

Bizim konuştuklarımızı burada yazmamaya karar verdim. Yönlendirmiş olmak ya da engellemiş olmak istemediğimden.

Eğer zaman ayırmış ve düşünmüşseniz bu yazının altına yorum olarak iletmenizi rica ederim.

Şimdiden teşekkür ederim.

Juan Carlos Aduviri

Category: , ,

Even The Rain Fragman | sinemalar.com

Bayram tatilinde İstanbul'da olarak, şehrin gerçekten yaşanabilir haliyle baş başa kalanlardanım. Evde ise yapılacak en güzel meşguliyet, film izlemek. Bir dostun tavsiyesi ise seyrettiğim filmin orjinal adı "Even the Rain". Türkçeye "Yağmuru bile" olarak çevrilmiş.

2010 yılı Fransız, İspanyol ve Meksika ortak yapımı film, medeniyetler yatağı Bolivya'da çekilmiş. Film, 2000 yılında bahçelerin şehri diye de anılan Cochabamba'da, su kaynaklarını özelleştirilmesi ve bu süreçte meydana gelen fiyat artışları ile birlikte yerel halkın su sıkıntısının yanında ekonomik olarak yaşadığı dar boğazı ve ortaya çıkan isyanı konu alıyor. Bu isyana tarihte ilk "Su Savaşları" da deniyor. Halkın taleplerinin kabulüyle son bulan bu iç isyanı, 500 yıl önce yaşanan ve Kristof Kolomb'un yerli halka uyguladığı acımasız politikaların etrafında dolaşan bir filmin çekim telaşı arasında izleyebiliyorsunuz. Temel insan hakları mücadelesi olarak görülmesi gereken Kristof Kolomb'un yerli halka karşı yaptırımları ile 20. Yüzyıl'da yaşadığımız sorunlar son derece iç içe ve kıyas edilebilir bir halde sunulmuş.

Filmde isyanın baş aktörlerinden ve aynı zamanda çekilmeye çalışılan film içindeki filmin de önemli oyuncularından birisi olan Daniel karakteri, etkileyici bulduğum oyunculuğu ile bu yazıyı yazmama vesile oldu. Gerçek adı Juan Carlos Aduviri (ek) olan oyuncunun üstlendiği iki farklı karakteri benzer bir ruh hali ile son derece etkileyici oynadığını ilk sahnelerde gözlemleyebildim. Aduviri, Bolivya'nın El Alto bölgesinde yaşayan yerli halktan birisi aslında. Kardeşi 8 yaşında ilk sinema filmi Rambo'ya götürdüğünde hangi mesleği yapacağına karar vermiş. 2006 yılına kadar sinema okulu bulunmayan El Alto'da aktör olmak için ciddi bir mücadele vermiş. Eğitimli ama tecrübesiz bir oyuncu olan Aduviri'nin halkının alkol, uyuşturucu, evsizlik ve çetelerle mücadele içinde olan fakirliğine de bir rol model olma sorumluluğunu üstlenmiş. Kişisel hayat mücadelesi ile olgunlaşan bir oyunculuğu filmde izlemek mümkün. Aduviri, rol yapmadığını, yaşadığı hayatın bir yansımasını izleyiciye sunduğunu apaçık belli ediyor. Bu da farkedilebilir derece de gözlemleniyor.

Bir filmde bile hiç tanımadığınız bir oyuncu, ne kadar profesyonel ve deneyimli olurlarsa olsunlar diğer bütün oyunculardan "en derinden arzulamış olmak" lüksüyle ayrışabiliyor. Kişisel deneyimlerim sonucunda gözlemim ise bunun yalnızca sahnelerde geçerli olmadığı yönünde. Hemen hemen her iş kolunda sürdürülebilir ve çok etkileyici bir başarı varsa arkasında daima "şiddetli arzu"nun olduğuna inanıyorum. Arzu, tutkudan daha farklı olarak, sabırlı, istikrarlı ve odaklı olarak çalışmayı anlatıyor bana.

Etrafınıza şöyle bir bakın ve o arzuyu hissettiğiniz insanları görün. Hikayesini merak etmeyi unutmayın! 
Ben öyle yapıyorum.

Ankara'da 3 yıl

Category: , , ,

Bugün çalıştığım kurum Nokta' nın Ankara ofisinde son mesai günüm. Profesyonel olarak Ankara'da geçirdiğim 3 yıl içerisinde neredeyse her hafta İstanbul'a giderek müşterilerimizle bir araya geldim ve Ankara'da konumlanmanın yaratabileceği dezavantajlara rağmen müşterilerimize bu dezavantajın ortaya çıkartabileceği hiç bir olumsuzluğu hissettirmemeye gayret ettim. Nokta' nın bu konuda var olan becerisini kişisel olarak pekiştirdiğime inanıyorum.

İstanbul merkezli bir sektör içerisinde Ankara'dan işleri yürütmenin "önemli deneyimler" anlamına geldiğini biliyorum. Ankara'nın bana öğrettiklerini biraz düşünmeye çalıştım ve şunlar aklıma geldi;

  • İşiniz için ihtiyacınız olmayan bilgiden/iletişimden uzak kalıyorsunuz. Bu zorunlu koşul, işinize daha çok konsantre olmanıza imkan sağlıyor.
  • Şirket içi organizasyonun verimliliğine zaman ayırabiliyorsunuz ve bu organizasyonun performansını diğer şirket organizasyonları ile kıyas edebilir halde oluyorsunuz.
  • İş geliştirme, planlama, strateji ve vizyon-misyon oluşturma gibi işlere daha kaliteli zaman ayırabiliyorsunuz. Çalışanların belirlenen stratejiye bağlılığını artırabilmek için gerekli ortamı yaratabiliyorsunuz.
  • Kısmen kişisel rekabetten uzak bir ortamda, egonuzdan uzaklaşarak, kendinizi geliştirmeniz gereken alanları tespit edebiliyor ve bu gelişme alanları için kişisel planlama yapabiliyorsunuz.
  • Zihninizi İstanbul'un sosyal-ekonomik şartlarının oluşturduğu olumsuz psikolojiden koruyabiliyorsunuz. Gelecekte atacağınız kişisel ve kurumsal adımlar konusunda dış etkenleri azaltarak düşünme fırsatınız oluyor.
  • Pazara olan mesafenin olumlu bir algıya nasıl dönüştürülebileceğini öğreniyorsunuz.
  • Müşterilerinizle bir araya gelişiniz için iyi hazırlanabiliyor ve birlikte olduğunuz zamanı en verimli şekilde kullanabiliyorsunuz. Çünkü kısıtlı bir zamanınız ve almanız gereken sonuçlarınız var.
  • Sektöre uzaktan bakabiliyor ve hangi konularda avantajlı olunabileceği/fark yaratılabileceği hakkında gözlem yapabilme yeteneğiniz oluşuyor.
  • Kişisel kariyeriniz için ihtiyaç duyduğunuz tüm bilgi ve becerinin kalıcı hale gelme ihtimalini artırıyorsunuz. Bu doğuştan gelen yetenekleriniz dahil her anlamda gelişmenizi mümkün kılıyor.
  • Profesyonel bir iş hayatı için bana sorarsanız öğrenilmesi gereken en önemli şeylerden birisi olan minimum kişisel tatmine rağmen maksimum verimle işinizi yapabilmek adına motivasyon oluşturabilmeyi öğreniyorsunuz.
Hızlıca aklıma gelen bu maddeler dışında da çok sayıda olumlu sonuç çıkartabileceğimi biliyorum. Elbette ki hepsi kişisel deneyimlerimle, kendimin çıkarımlarından ibaret. Bu olumlu sonuçların Ankara'da olmaktan daha çok işe nasıl baktığınızla ilgili olduğu da açık. Ankara koşullarında elde edilebilmesi daha kolay olan bu sonuçların hangi şehirde olursanız olun alınabilmesinin/yaşanabilmesinin mümkün olduğunu bilmem ise en değerli çıktı olarak cebime koyduğum bir kıymet. Bu, sistem kurabilir, yaratabilir olmak ve mevcut sistemleri değiştirebilmek gibi yetkinlikler geliştirmek için oldukça önemli bir değer.

Olumsuz maddeler yazmak isterdim ancak çoğunluğu kişisel alışkanlıklarım, arzularım, sosyal ihtiyaçlarım gibi başlıkların altında konumlandığından burada yazmayı uygun bulmadım. Tüm olumsuzlukları yukarı da yazdığım son olumlu madde içerisinde yer alan olumsuz bir cümlede toplayabilirim aslında. Minimum kişisel tatmin.

Yeniden merhaba İstanbul.

Related Posts with Thumbnails