Dua

Category:


Bir küçük insan, minicik insan.

Sözsüz, soluksuz yaşadığı hayata, bir hediye gibi gönderilir. Tükenmeyecek enerjisi, bitmeyecek hırsı, geriye dönemeyeceği bir hayatı var olur. Kendisinden habersiz. Bir ismi bile yoktur ama hayatı vardır işte. Bedenine hükmedemez ama ruhu vardır işte. Anlatamaz derdini ama amacı vardır işte. Uzun yolculuğunun bitmeyeceği öğretilmiş gibi yaşamaya başlar. Soluk alıp vermeyi öğrenir öğrenmez rahatlar. Sımsıkı tutmayı öğrendiği minik elleri ile avcuna bırakılan her şeyi kavrar. Anlamsız gibi görülen her dudak hareketi daha hızlı büyümek için gösterdiği anlam dolu bir çabadır aslında. O’na acıyarak, severek, hoşgörerek bakan gözler vardır etrafında.

Ve bir göz daha vardır o anın kendisi adına da anlamını açıklayan bakışlarla kollarına bırakıldığında açlığını giderecek memeleri sütle dolu. Bir çift göz daha vardır, herkesinkinden başka gururla, sevgiyle bakan. Ömrü boyunca atacağı her adımda yanında olmak isteyen iki kişi. Bir şekilde isimsiz varlık ruhuyla tanır onları, bilir bir şekilde ömrü boyunca bu insanlarla olacağını sanki. Kelimeleri bilmese de herkesin içinde haykırır birisine anne diye, birisine baba diye.

Zerrelerinde dolaşan her neyse O’na aşkı ilham eder. Ruhu aşkı tanır, anlar, kavrar, görür, bilir, tanımlar. Aşk, yaratılan insanoğlunun içine üflenen ilk mefkure gibidir. Onsuz Allah’a da ulaşamaz ya. Garip midir, garib midir bilemediğim bir hisle aşkla bağlanır hayata varlık. Bu aşk sonrasında yapacağı her şey de, öğreneceği her bilgi de kullanacağı ilk veridir. Hücrelerinde ihtiyaç duyulan her an üretilen enzim, aşktır. Yürümesi için aşka, konuşması için aşka, koşması için aşka, her şey için aşka sarılır. Bu sebeple bebekler herkesten hızlı öğrenir, herkestan çok hatırlar. Aşkla yaptıkları için her şeyi. Hırsları yok olur zamanla. Aşkı severek büyür insan. O’na ilk an bakan iki farklı bakışla büyür.

Büyüdükçe yetmez kendi varlığı. Bakışların sayısını öğrenir. Kendisi, duyduğu aşkın karşılığını bulmaya çalışır. Yürüyen, konuşan, yemek yiyen, küçük varlık aşık olunma ihtiyacını öğrenir. O an bir şeyler değişir içinde. Eski alışkanlıkları, öğrendikleri her şey anlamını yitirir. Kocaman olmuştur içinde O’na duyulan aşk. Tıpkı cilve yapan bir kuş gibi etrafına “aşık olun bana” fısıltıları yayar. Herkesin O’nunla ilgilenmesini sever. İlgisi onunla ilgilenilmesi üzerinedir artık. Varlık, bir isme sahip olmasının yanında bir cisme de sahip olduğunu öğrenir sonunda. Varlığını anlamlı kılabilecek tek şeyin hala aşk olduğunu bilir. Kimseye sormadan bilir bir şekilde. Kavramayı öğrenen eli avcuna koyulan her şeyi tutmaz olur. Seçim yapar artık. Avcunda, avcuna uygun,ruhuna uygun bir şey bulmak ister. Merakla her şeye bakan gözleri de göreceği her şeyi ayırt etmeye başlar. Tadına bakması için etrafına konmuş hiç bir şey eskisi kadar ilgisini çekmez.

Yalnız uyumanın ilk çilelerini o yaşlarda yaşar. Yalnız kalmaktan korkar. Korku, insanın tam anlamıyla tanımladığı ikinci histir. Aşk ve korku ile yaşamaya alışması gerektiği gibi aşkla ve korkuyla da yaşamaya alışması gerekir. Yalnız uyuma korkusu büyür. Yalnız oyun oynamak istemez, yalnız yemek yemez.

Yalnız bırakılmamıştır ki zaten o güne dek neden şimdi yalnızlıktan korksun ki...Bir anlamı olduğunu öğrenmesi için ömrü yetmeyenler bile vardır.

Aşk korku ile karışınca his kaymaları başlar yürekte. Bazen korkuyla bazen aşkla tepki veren varlığın davranışları olmaya başlar. Davranış, ilk kez ortaya koyduğu varlık iradesidir. Seçimleri ilk kez netleşir. Kimi zaman ona aşkla bakan iki insan bunu anlamakta gecikmiştir. Aslında doğru eğilip bükülmemiş ruh, ne zaman aşkını ne zaman korkusunu kullanarak davranış göstereceğini anlamak için kendi ile uğraşır sürekli.

Anlaşılmak kaygısı oluşur içinde insanoğlunun. En büyük endişesi ilk o zamanlar bu iki hissin karmaşasından ortaya çıkar, filizlenir. Kendini tanımlamak için ihtiyaç duyduğu donanımı çoğu zaman eksiktir varlığın o yaşlarda. Anlaşılmak uğraş gerektirir. Herkese kendini anlatmak sadece aşkla veya korkuyla olacak iş değildir. Aslında dehşete kapılır. Anlaşılmadığı her an, varlığını daha çok göstermenin, anlaşılması için yeterli olacağını sanacaktır.

Sosyal bir varlık olduğunu “minik minik” anlayacaktır bebek. Sosyalleşme ihtiyaçtır artık. Sosyalleştikçe anlaşılacağını öğrenecektir. Oyun oynarken aşkla ya da korkuyla anlatamadığı bir şeyleri ortaya koyabilecektir. İhtiyaç hissettiği ilk an değildir ancak hayatı adına, manevi yanı adına ilk kez ihtiyaç hissedecektir. Aşk ve korku dışında bir şeylerin daha var olduğunu, şahit olduğu onlarca olay sonrası anlar.

Büyürken kullanacağı çok önemli bir şey öğrenecektir. Aşk ve korku dışında var olma ihtiyacı, bir birey olmak için en büyük ihtiyacı keşfeder kendiliğinden. Eğer o dönem etrafında buna müdahele edecek insanların olması durumu olmasaydı, tüm insanlar bu dönemden sonra var olma ihtiyacının itici ve çekici etkisiyle önemli birer insan olabilirlerdi aslında.

Var olmak, uzun bir uğraştır. Her yaşta, her an, evet evet her an ihtiyaçtır. Uyurken, ağlarken, yemek yerken, eğlenirken, her ne yaparsa yapsın var olduğunu hissetmek önemli olacaktır. Bundan sonra, ta ki yok olacağını öğreneceği güne kadar, varlığın zıttı yokluğu öğrenene kadar var olmak en temel ihtiyaç olur. Aşk ve korku unutulmuş gibidir artık. Var olmak en önemli sorundur. Bundan sonra ki tüm çabalarında, yapacağı her hamlede, ortaya koyacağı her davranışta bunu görmek mümkündür.

Bebek artık bebek değildir. Yetişkin bir varlığa dönüşmeye başlar. Kendi seçimleri, kendi söylemleri ile içinde taşığı hala saf olan aşkı ve belirlenmemiş, tanımlanmamış korkuları ile var olan bir bireydir. Öğrendikleri her ne ise, etrafında tıpkı kendisi gibi var olmaya muhtaç milyonların olduğu bu dünyada, onlara varlığını kanıtlamanın çokta işine yaramayacağını anlayanlara ne mutlu. Zira var olduğunu kanıtlamak için ne kötü bir seçimdir, yaşayan, nefes alan insan ve insan için yaratılmış diğer canlılara varlığını kanıtlama çabası.

Sayılarını da bilmediğim kadar az talihli varlıklarını kanıtlamak için, yokluklarında lazım olacak olanı ararlar. Çoğu insan da aramıştır. Bu arayış dönemi karmaşıktır. Fiziksel, ruhsal bir değişim evresinde yetişkin olmak zorundadır artık. Bu öyle bir andır ki, sorumluluk diye bir gerçekle tanışır insan. Hayatından kendi sorumludur ve bunu anlamak için bir başkasının cümlelerine ihtiyaç duymaz. Aslında ormanda kendi başına da büyüse hayvanların arasında, bunu anlamak için gerekli donanımla yürüyordur zaten. Sorumlukları arasında o an için en önemlisi yine maalesef kendisi ve kendi hayatıdır. Minik elleri, küçücük gözleri, öpülmeye doyulmayan tombul yanakları artık ilgi görmüyordur. Var olmak için ortaya koyduğu davranışları takdir edilir hale gelmiştir. Artık bu davranışları sebebiyle tenkit ediliyordur. Sınıfı geçip geçmediği, erken yatıp yatmadığı, güzel konuşup konuşmadığı, iyi huylu olup olmadığı, diğer insanlarla iletişimi sorgulanır. Notlar verilir. Kişi, kendinden daha önemli başka bir şeyin var olabileceğini anlamak için zor bir durumdadır. Aslında her şey O’nunla ilgilidir ve O’nun ne yaptığı ile. Başkaları anlamını yitirir.

Sosyalleşen ve bunu yaparken davranışlarını şekillendiren varlık tekrar yalnız olduğunu anlamakta çok gecikmez. Büyürken, içinde bir şeyler küçülür. Ne yaparsa yapsın yalnız mı kalacaktır? Bunu kabullenemez. Etrafını dikkatlice incelemeye başlar. Annesi, babası, diğerleri, arkadaşları, eşyaları, sahip olduğunu sandığı hiç bir şeye sahip olmadığını anlamak ikinci dehşet anıdır. Yalnızlıktan daha beter sayılır durum. O güne kadar ki tüm çabaları boşa gitmiştir aslında. Kimse yoktur, kendisi bile yok sayılır. Var olmak o kadar da kolay değildir. Öğrenmek için şansa, kovalamaya ihtiyacı vardır. Daha da önemlisi korkar yeniden. Bir kez daha, daha minicikken öğrendiği bir hisse sarılır. Korkusuna.

O’nu koruyan en özel his korkudur ve keşfetmeyi bilirse eğer korkunun içinde gizlenmiş hatta güzelce saklanmış bir aşkın ancak O’nu sonsuz yalnızlıktan kurtarabileceğini öğrenir. Kıvılcım şiddetlidir. Tek hücrede olması sadece o hücrenin çekirdeğini tutuşturması, bir toksinin hücre çekirdeğindeki bir kromozona hasar verip mutasyona uğratarak, kansere sebep olması gibi hızla yayılır. Tüm bedeninde aşk öyle şiddetlidir ki, önüne gelen herkese, herşeye aşık olmaya başlar. Hobiler edinmeye, arzular duymaya, uğraşlar vermeye, asla bir daha yapılamacayak onlarca hasarlı davranışı sergilemeye sebep olur bu durum. Karşı cinsle tanışmasına da vesile olacaktır. Aşkla müzik dinler, aşkla resim yapar, aşkla kovalar, aşkla yazar, ruhu dinlendirmek için ne gerekiyorsa hücrelerini yakan aşkla uğraşır. Aslında çok az şanslı gerçekten aşkını vermesi gerekene O’nu tüm bu labirentler içinde ihtiyaç duyduğu herşeyle donatmış olan yüce yaradana verir aşkını. Ne mutlu onlara ki, ruhunu huzura kavuşturabilecek tek aşkı keşfetmiştir. Ama maalesef çoğu bu aşkı es geçecektir. Zira henüz yok olmakla ilgili değildir. Aşk, işte o an hayatı kolaylaştıracağına zorlaştırmaya başlar. Ruhu dinlenebilmek için herşeye aşık olmuştur işte. Bu aşk ne melem bir şeydir ki, insanı bu kadar çok şeye karşı bağımlı kılar. İşte o dönemdir ki, aralarından birisi gelecekte hayatı için önemli olacak bir aşka dönüşür. Müzisyendir, matematikçidir, kimyagerdi ya da bir şeydir işte o aşkla. Varlığın gelecekte buna da ihtiyacı yok değildir.

Karmaşıklık aklını darmadağın eder. İnsanların ergenlik dediği dönemi atlatması gerekir. Tabi ki varlığın aldığı tüm yaralara rağmen. Sahip olduğu bir gelecek çıkarabilir insan o dönem aşklarından. Yolu daha netleşmiş olarak çıkacaktırda zaten.

Uzun bir yol...

Sabır sebat gerektirecek uzun bir yol...

Yok oluşa doğru gittiğini anlaması için geçecek uzun yıllar...

Ölümün ardını, ölümün varlığını hissettiğinde düşünmeye zaman bulacaktır artık. Sorumlulukları, korkuları ve aşkıyla ölümü keşfeder. Bu 3. dehşet anıdır. Ölüm varsa yok olmak için neden beklesin ki...Bu ucube düşünce ölene kadar sağ cebinde saklı kalır herkesin. Yok olmak var ise, neden? sorular sorma dönemi ergenliğin bitiminde etrafını saracaktır. Varlık sorgusu, yokluk sorgusu ile yer değiştirir. Aşkları nefretleri ile, korkuları cesaretleri ile insan karşıtları öğrendiğinde. Seçimlerin arasından en doğru seçimi bulmak için yoğun düşüncel eylemlere girer. Yolda yürürken, uykuya daldığında, duş alırken, orada-burada bir şekilde aklında bu düşünce yaşayacaktır. neden? Varlığını sorgulandığı bu dönemde, herkes için aşağı yukarı bir cevap vardır kesinlikle. Varlığını anlamlı kılacak, yok olması kesinse burada ne işi olduğunu açıklayacak, anlamlı değil sadece ruhu dinlendirecek kadar açık, net bir cevap gereklidir. Burada elenme vardır. Çok az sayıda insan bu virajda doğru seçeneği işaretleyecek, geri kalanlar yanlış seçenekleriyle bir sonraki adıma doğru koşacaktır.

Evet, artık zaman yavaş akmaz eskisi gibi. İnsan etrafını saran bir zaman kavramını keşfetttiği andan itibaren artık o kadar yavaş gelişmez hiç bir şey. Zaman hızla akmaya başlar yokluğa doğru. Yanlış cevaplarla dolu ömrü, yokluğa giden yaşamı anlamdırmak için elinde gereçler olmak zorundadır. Sosyalleşme ihtiyacından öte bir şeye bağlanma duygusu, tapınmak denilen anlamlı kurguyu dahil eder insanın hayatına. Ne acıdır ki, hayat zaten tapınmak için onlarca tanrı yaratmıştır. Talihsizliklerin en büyüğü tapınılacak şeyin kendisinden başkası olmadığını düşünenler içindir. Para, eşya, makam, ün, bazen tatlı görünen aile, çocuk(lar), tapınılacak, uğruna canlar verilecek onlarca tanrı etraftadır zaten. Akıl kayması çokta zor olmayacaktır. Zira tamda ihtiyacı vardır tapınmaya. Yok oluşun anlamlı kılınması gereklidir. Tapınmak, tüm bu yok oluşu anlamlı bir şeye dönüştürmeye yetermiş gibi görünür. Gerçek tapınmadan uzak herkes için çile daha yeni başlar. Para için geçen, makam için geçen, çocuklar için geçen, bir şeyler için geçen bir yok oluş hikayesidir milyonlarca insanın yaşamı. Geride bırakacakları şey tapındıkları şeydir sadece. En kötüsü ise kendine tapınanlar olacaktır. Zira onlar öldüğünde kendilerini de götürürler. Geri de izleri bile kalmaz.

Tüm bu hayatın önemli evreleri içinde sağlıklı sonuçlara sahip akıl sahipleri de yok değildir. İhtiyaçları nettir insanoğlunun. Tanımlayabilirse eğer, yaşamak için, yaradanın temel ihtiyaçlar dışında çok şeye gebe bırakmadığını anlar insan. Varlığı için gerekli her donanım içinde saklıdır zaten. Aşk, korku, sorumluluk, sosyalleşme ve var olma arzusu, yok olma isteği, cevap arayışları temelde insanın basit ihtiyaçlarını gidermek için kendisine verilen armağanlar gibidir. İnsan, Allah’ın eline verdiği yol haritasını bir türlü göremez. Görsede anlam veremez. Allah ise, ölüme kadar onlarca kez şans verir. Varlığa “duanız yoksa ne ehemmiyetiniz var?” der.

Allah’ın insanın, ölümlü yarattığı varlığın duasına neden ihtiyacı olsun ki?

Elbette ki Allah’ın duaya ihtiyacı yoktur. Peki neden ehemmiyetsiz görür dua etmeyen varlığı? Çünkü dua, var oluşumuzu anlamlandırmak için çıktığımız keşif yolunun şifre çözüsüdür. İnsan her derdinde dua edecektir. Her düşüşünde dua edecektir. Her kayboluşunda dua edecektir. İnsan hep Allah’a el açıp dua edecektir. Allah’ta, elindeki haritadan birazın anlaması için yardım edecektir varlığa. “Duanız yoksa ne ehemmiyetiniz var” açıkdır. “Eğer elindeki haritayı anlayamıyorsan ya da anlamak için uğraşmıyorsan ne önemin var ki” der Allah. Yok olup gideceksin ve geride sadece taptığın şey kalacak.

Ben de tıpkı sen gibi, herkes gibi bu yolculuğa, bana bakan iki aşk dolu gözle, içimde hissettiğim aşkla başladım. Bu hayatta tıpkı sen gibi, uyuduğun şu an kadar gerçek, yürüdüğüm bir yol var. Herkesin yaşadığı, hayata dair sahip olduğu donanıma sahibim ve her insanın yapabileceği kadar çok hataya sahibim. Tıpkı herkes kadar basit körlüklerim, şu ölümlü hayat için çabalarım var. Bir gerçek daha var...İnsan asla büyümez. Asla gerçek olgunluğa erişemez ama yaşam onu olgunlaştırmak için ödüller, cezalar, sırlar, düğümlerle doludur. Bende herkes gibi nasibimi alıyorum tabi ki. Tüm yaşadıklarım için, bir hata daha yapıp önemsiz olmak istemiyorum. Dua edeceğim beni yaratan ve dua isteyene. Bana yardım etmek için bekleyene. Yaptığım her hata için af dileyeceğim O’ndan. O'na yaptığım yolculuk, diğer her şeyden daha önemli. Zira ölüm dibimizde dolanırken ve herşey doğumumdan ölümüme kadar O'na ulaşmak içinken, bu sınavda O'ndan başkasına tapınmayacağım. Bunu yapabilmek için de O'ndan güç isteyeceğim.

Tüm yaşamım hatalarla dolu olabilir. İnsan olmaktan utanmak olur bu hataları yok saymak. Ama tüm yaşamım için yaptığım en güzel şey varlığımı, yok oluş için anlamlı kılacak olan ve Allah'a bunun için şükrettiğim içimde sana dair var olan aşk olsa gerek. Sana dair sahip olduğum herşeyi seviyorum. Bu sebeple sana aşkım, yok oluşumu anlamlı hale dönüştüren tek şey. Bu beni sana mecbur kılıyor. Seninle anlamlı hissediyorum yaşamı. Seninle kabul ediyorum varlığımı.

Beni Allah’a götür...

Lütfen...

Elimi bırakma.

Seni Allah rızası için çok seviyorum.

Ben "İnsan Tetris" görmedim demeyin.

Category: ,

2007 yılında Youtube'un en yaratıcı içerik ödülü Game Over proje serisinin 4. videosu olan "Human Tetris" e verildi.

Nnotsonoisy, İsviçreli bir ajans ve ajansla birlikte ismi anılan Guillaume Raymond bu projenin sahibi.

Serinin ilk videoları ise Human Pong, Space Invader ve Pole Position. Bu videoların tamamı video oyunlarının insanlarla yapılmış halini temsil ediyor.

Human Tetris 88 insanın rol aldığı ve 6 saat süren fotoğraf çekimi sonrası oluşturulmuş harika bir stop motion. Ödülü almayı da kesinlikle haketmiş. Bu projeyi bunca zaman nasıl gözden kaçırdığımsa kocaman bir soru işareti oldu benim için.

Guillaume Raymond bu projelerin ardından da "Transformers" videoları ile ses getirmeyi başarmış yeniden. Sanatçı bu çalışmasında da farklı araçları bir koreografiye göre diziyor ve araçların kuşbakışı görüntüsü tıpkı bir transformers oluşturuyor.

Bu harika adamın çalışmalarının tamamını seyretmenizi tavsiye ediyorum.

Ben de Okula Gitmek İstiyorum

Category:

Kızım okula başladı.

Hande Betül'e göre adı Yapıcı soyadı İlköğretim Okulu olan okulun anasınıfında bizimde yıllar önce girdiğimiz eğitim-öğretim yoluna ilk adımı atmış oldu. Kızımın okula başlaması beni çok heyecanladırdı ama bir türlü bunu dışa vuramadım. Sevdiğim bir dostumun yazdığı bir yazıyı kendi yazacağımdan daha çok sevdim. Uzun bir aradan sonra bu blogta yazı yayınlamak heyecan verici benim için ancak yazıyı benim yazamamış olmam biraz utanmama sebep olmuyor değil.

Neyse...ben sevgili dostumun yazısı ile sizi başbaşa bırakayım.

"1982 yılının eylül aylarıydı. Henüz altı yaşına bile girmemiş, küçük bir çocuktum. Mahallemizde 75 doğumluların tamamı ve bazı 76’lılar okula başlayacaklar. Hemen hemen hepsi de oyun arkadaşlarımdılar. Ne var ki her şey onların siyah önlükleriyle beyaz yakalarını takarak ve sanki bana nazire yaparcasına evimizin önünden geçişiyle başladı. İşte o an benim okumaya olan hevesimin durdurulmaz bir şekilde depreştiği dakikalardı. Çok geçmeden ben de okula gideceğim naraları odalarda yankılanmaya başlamıştı. Avazım çıktığı kadar bağırıyordum: Ben de Okula gideceğim

Daha 5,5 yaşında küçük bir çocuk ortalığı yırtarcasına okula gitmek için ağlıyor, yırtınıyor ve çırpınıyordu. Çare yok, rahmetli babam çok geçmeden durumun vahametini kavramış, elimden tuttuğu gibi, bize en yakın ama 5,5 yaşındaki küçük bir çocuğun minicik adımlarına inat uzak olan Eşrefoğlu İlkokulunun yolunu tutmuştu. Aman Allahım ne büyük sevinçti o. Zaman zaman önünden geçtiğimiz ve bahçesinde cıvıl cıvıl çocuk seslerinin duyulduğu, kaç kere boyumdan büyük duvarına tırmanarak içeriye bakmaya çalıştığım okulun merdivenlerinden çıkıyordum. Yüreğim yerinden fırlayacaktı. Sonrasında ilerde hemşerimiz ve akrabamız olduğunu öğreneceğim fazlasıyla otoriter bir amcanın odasına doğru yöneldik. Rüştü hoca, zaten küçücük olan bedenimi gördüğünde ve bir okul çantasını taşıyamayacak kadar küçük bir yaşa sahip olduğunu öğrendiğinde bütün iyi niyetine rağmen, beni okula kaydedemeyeceğini söylemişti.

Bundan sonrası zindan, eve dönüş yolunda kendimi nasıl tuttuğumu hatırlamıyorum. Babamın evden ayrılmasından sonra bütün oyuncaklarımı parçalamış, beni avutmak için alınan çantayı sokağa fırlatmış, hatta belki de birkaç defa annemi hırpalamıştım. Bu nasıl bir okula gitme isteğiydi ki, birçok vaatlere rağmen hala zapt edilememiştim. Sürdürdüğüm bu haklı inat, validemin yoğun gayretleri neticesinde kısa bir sürede meyvesini vermiş ve babam yeniden beni okula götürmeye ikna edilmişti. Neyse ki, babamın ısrarları neticesinde “hevesi geçinceye kadar” kaydıyla okula alınmıştım. Ancak kaydedildiğim sınıfın ve benim her zaman hayırla yâd ettiğim öğretmeni Ahmet Sivas bu hevesin geçmesine hiçbir zaman müsaade etmeyecek ve daha birkaç ay içerisinde okulun vazgeçilmez demirbaşı haline gelecektim. İşte bu geçici heves beklentisi sürecinde, okulumuzun hizmetlisi Hayrettin Amcanın teneffüslerde tahtaya çizdiği Cin Ali figürleri ile Ahmet öğretmenimin aralarda çaldığı bağlamanın sesi beni öylesine okula bağlamıştı ki, okumayı öğrenmek ve yazı yazabilmek gibi beklentileri de hiç gecikmeden yerine getirebilmiştim.

Bugün hala okumaya ve yazmaya çalışan bir eğitimci olmayı, daha okulumun ilk günlerindeki olumlu hareketleri nedeniyle, kıymetli müdürüm Rüştü Ecevit’e Öğretmenim Ahmet Sivas’a ve hizmetlimiz Hayrettin Amca’ya borçluyum."

Yazıyı 6 Eylül 2009 tarihinde yayınlandığı haliyle görmek için tıklayınız.

Related Posts with Thumbnails